Barış Pınarı Harekâtı neden yapılıyor? Rusya’nın politikası nedir?

14 Ekim 2019, 15:29

Türkiye, 9 Ekim 2019’da Fırat’ın doğusunda Barış Pınarı Harekâtını başlattığını duyurdu. Türkiye bu harekâtı öncelikle ulusal güvenliğini garanti altına almak için yapmaktadır. Terör örgütü PKK’nın militanlarının Kandil Bölgesinden gelerek bölgede bir hâkimiyet sahası kurması kabul edilemez olarak görülmektedir. Türkiye bu soruna siyasi çözüm bulmak için ABD ile 2 yıldır yaptığı görüşmelerden sonuç alamamıştır. Türkiye’nin ana hedefi Suriye’nin toprak bütünlüğünü çerçevesinde terörizmden arındırılmış ve mültecilerin rahatça yaşayabileceği bir güvenli bölge oluşturmaktır.

 

 

Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtında ABD ile mutabakat var. Hem Trump hem de Pentagon bu harekâta onay verse de her an ABD’deki Türkiye karşıtı lobinin etkisiyle rüzgâr tersine dönebilir. Fakat ABD’de rüzgâr tersine dönse de Türkiye bu harekât bitmeden durmayacaktır.

Türkiye ilk olarak TalAbyad-Resulayn arasındaki 150 kilometrelik alanı özgürleştirecek. Barış Pınarı Harekâtının ikinci aşaması ise 13 Kasım 2019’da ABD Başkanı Donald Trump ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında Washington’da yapılacak görüşmede şekillenebilir. Yaklaşık 15 bin kilometrelik bir alanı kapsaması düşünülen harekâtın kısa vadede bitmesi beklenmiyor. PKK-PYD, Kobane ve Kamışlı’ya yoğunlaşıp ABD güvencesiyle bölgede tutunmak isteyecektir. Türkiye-Suriye sınırında YPG kontrolündeki yaklaşık 430 km bulunuyor.

 

 

Türkiye’nin harekât planında bir sınır çizmek mümkün değil.  Güvenli Bölgenin sınırları sahada, süreç devam ederken belirlenecektir. Arazi şartlarına ve bölgenin demografik yapısına göre yer yer değişiklik gösterebilecek derinliklerde harekât sürdürülecektir. Türkiye açısından Tel Abyad ve Resulayn gibi şehir merkezleri kritik önemdedir. Çünkü bu bölgelerden Türkiye’ye giden Arap göçmenlerin yeniden buralara dönmeleri hedeflenmektedir.

ABD ile sağlanan uzlaşmaya göre harekât ABD askerinin çekildiği derinliğe kadar sürdürülecek ve iki ordu karşı karşıya gelmeyecektir. Türkiye’nin harekâtında Menbiç şimdilik öncelikli değildi. Çünkü ABD-Türkiye anlaşmasına göre Menbiç zaten PKK-PYD’nin etkisinin en az olduğu bölgelerdendi. Fakat Suriye rejiminin fırsattan istifade bölgeye hareket etmesi menbiç ve Ayn El Arap bölgesinin de birinci harekat planına dahil edilmesine neden oldu. ABD tarafından Esed rejiminin olası harekatına karşı güçlü biçimde karşılık verileceğine dair izlenimler vardıysa da Türkiye bu durumu riske etmek istemedi denilebilir.

 

 

Türkiye’nin harekâtı karşısında ABD’nin elindeki seçenekler askeri olmaktan çok ekonomiktir. Türkiye’ye karşı ABD’nin alacağı ekonomik yaptırım Türkiye’nin harekâtı daha da genişletmesine neden olacaktır. Türkiye, terör tehdidi hissetmediği sürece Suriye topraklarında kalıcı olmayı düşünmemektedir. Türkiye, 4 milyon Suriyeli sığınmacının maddi yükünün paylaşılması için Avrupa’ya birçok defa çağrı yapmışsa da olumlu yanıt alamamıştır. Türkiye’nin bu soruna çözüm için kendi güvenli bölgesini oluşturmaktan başka çaresi kalmamıştır.

 

 

PYD-YPG, DAEŞ’lileri serbest bırakma tehdidiyle uluslararası komuoyunu etkilemeye çalışıyor.

Türkiye-ABD arasında varılan mutabakata göre Güvenli Bölge içerisindeki hapishanelerde kalan DAEŞ’liler Türkiye’nin sorumluluğunda olacaktır. YPG, Türkiye’nin harekâtının başarılı olması nedeniyle DAEŞ teröristlerini serbest bırakmakla tehdit ederek uluslararası örgütleri ve ülkeleri korkutarak destek arayışında bulunuyor. YPG’nin DAEŞ tuzağına Rusya ve AB ülkelerini etkilemeye çalışıyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in DAEŞ açıklaması bu propagandaya inanıldığının göstergesidir. Ancak DAEŞ’lilerin bulunduğu hapishaneler, ABD özel kuvvetlerince korunuyor ve serbest kalmaları mümkün değil. Eğer böyle bir ihtimal olursa ABD askerlerinin isteği ve izniyle olabilir.

 

 

Türkiye, DAEŞ’i yok etmek için sorumluluk alıyor.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Barış Pınarı Harekâtıyla terörden arındırılacak alanlardaki alıkoyma merkezlerinde bulunan DEAŞ unsurlarının ve yine harekât alanındaki kamplarda bulunan ailelerinin gözetimini üstleneceğini duyurdu. Türkiye, sadece operasyon düzenlenen, yani ABD’nin çekildiği bölgelerdeki DAEŞ üyelerinin akıbetinden sorumlu olacak. Bu bölgedeki hapishanelerde tutulan DAEŞ savaşçılarının sayısıyla ilgili kesin bir bilgi yok. Fakat harekât tamamlandıktan sonra hem bu sayı, hem de ailelerine, yani kadın ve çocuklara dair sayılar belirlenecek. Bu kişilere ait envanterler hazırlanacak ve kaçının Irak ve Suriye’den geldiği, kaçının yabancı savaşçı olduğu belirlendikten sonra tamamen Suriye toprakları içinde sürdürülecek bir politika belirlenecek. Cezaevindeki DAEŞ mensuplarının cezaevlerinde kalmaya devam edeceği, güvenli bölge oluşturulduktan sonra kadın ve çocukların da rehabilite edilmesi düşünülüyor. Güvenli Bölgede Afrin, Azez ve Cerablus’taki gibi iç güvenlik polisi kurularak güvenlik ve kalkınma sağlanacak. ABD’nin Türkiye’nin harekâtına izin vermesindeki en büyük etkenlerden birisi DAEŞ’lilerin sorumluluğunu almayı kabul etmesidir. Trump’ın DAEŞ’lileri alın çağrısına başta AB ülkeleri olmak üzere Arap ülkelerinden olumsuz yanıt verilmesi bu konuda da Türkiye’ye önemli rol verilmesine neden olmuştur.

 

 

PYD-YPG, sivilleri kalkan olarak kullanıyor.

Türkiye’nin harekâtında TelAbyad-Resulayn arasında 90 km, Türkiye-Irak sınırı boyunca da toplam 340 km tünel yapıldığı tespit edildi. Bu tünellerin ABD-Fransa yardımıyla yapıldığı ve başta cephane olmak üzere kaçakçılık için kullanıldığı anlaşılıyor. PKK-YPG’nin ayrıca sivilleri bu tünellerin girişine yerleştirerek operasyon yapılmasını engellemeye çalıştığı Türk Silahlı Kuvvetleri İHA’larınca görüntülendi.

ABD, PYD-YPG’nin gücünü test ediyor.

ABD, Suriye’nin kuzeyinde PKK-YPG’yi eğitirken aslında bu eğitimin sonucunu bir mücadelede görebilmek için Türkiye’nin harekâtını da dikkatli biçimde izleme fırsatı elde ediyor. ABD’nin eğittiği PKK-YPG’nin öncelikli hedefinin İran’a harekât ve İsrail’in güvenliğini sağlamaya yöneliktir. Fakat PKK-YPG’nin Türkiye gibi düzenli bir ordu karşısında etkisiz kalması ABD stratejisinin de başarısız olduğu anlamına gelmektedir.

 

 

YPG-PYD gelinen süreçte ABD’den hala umut bekliyor. ABD desteğine bağımlı olan örgüt rahatsızlığını belli etmeden ilişkilerini sürdürmeye çalışıyor. Türkiye’nin harekâtı başladıktan sonra Esed rejimi ve Rusya ile yeniden görüşmek isteyen YPG’nin istediği desteği alamadığı anlaşılıyor. Çünkü YPG’nin amacı ABD’ye karşı Rusya ve Şam yönetimini kullanmaktır. Barış Pınarı Harekâtı başlamadan önce Rusya aracılığıyla Eylül 2019’da 2 defa Hmeymim Hava üssünde 1 defa da Şam’da yapılan görüşmelerde tercihini ABD’den yana kullanan YPG’nin artık stratejik güç olma vasfı kaybolmuştur.

Barış Pınarı Harekâtı sonrası Adana Mutabakatı yeniden güncellenebilir.

Suriye rejimi PKK’nın kuruluşunda kamplar açarak etkisi olduğundan belki de bu örgütü en iyi tanıyan ülkelerdendir. Suriye muhaberatı ile organik ilişkilere sahip YPG, Esad’a vaatlerde bulunuyorsa da artık inisiyatif PYD’de değil Türkiye’dedir. Suriye rejiminin harekât sürerken YPG ile yapacağı görüşmeler harekât sonrası Türkiye-Şam rejiminin ortak masada buluşmasını da olumsuz etkiler. Rusya ve Suriye rejimi tercih yapmak durumundadır. ABD’nin gözetiminde suni bir PKK devleti mi yoksa Türkiye’nin kontrolünde Güvenli Bölge mi daha tercih edilebilir?

 

 

YPG, ABD ve Avrupa’da kendisine sempati duyan ülkeleri ve kurumları kullanarak aslında terörü legal hale getirmeye çalışıyor. Bu legalizeyi sağlamak için ise özellikle ABD siyasal çevreleri ve Batı’daki bazı örgütleri kullanarak basın üzerinden propaganda yapmaya çalışıyor.

ABD, İran ve İsrail faktörüyle YPG’ye desteğini sürdürecektir.

YPG’nin elinde, Irak sınırındaki bölgelerle birlikte petrol kuyularının bulunduğu Rakka ve Deyr el Zor şehirleri var. ABD bu bölgede Türkiye’den uzak kendi kendine yeten bir devletçik oluşturma stratejisini hala devam ettirebilir. ABD ayrıca İran’ın bu bölgeye yerleşmesini engellemek için İsrail sınırına kadar YPG etkisinin devam etmesini sürdürecektir.

ABD’nin Suriye politikasında Türkiye ile müttefikliği sık sık vurgulasa da Suriye krizi ilk çıktığında Esad’ın gitmesi projesini ortaya koyup Esad’ın kalmasına müsaade ederek ve Türkiye karşıtı tüm aktörlerle işbirliği yaparak bölgeyi istikrarsızlaşırdı. YPG, Türkiye, Rusya, İran, İsrail ve Suriye rejimine karşı kullanılabilecek aktör olarak tutulmaya çalışılacaktır.

Rusya’nın Barış Pınarı Harekâtına desteği Suriye’nin toprak bütünlüğü için de gereklidir.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Valdai Toplantısı’nda yaptığı açıklamada Türkiye’nin Suriye’nin kuzey-doğusundaki harekâtta haklı talepleri olduğunu dile getirdi. Rusya, bu harekâtı desteklemekle birlikte nihai olarak Türkiye ile Şam rejimi arasında bir diyalog başlamasını bekliyor. Rusya’nın tavrı Astana Ruhu çerçevesinde şekilleniyor denebilir. Buna göre Astana Görüşmeleri ile başlayan yeni Anayasanın yazımı ve seçimler hedefinin bu harekâttan etkilenmemesi isteniyor.

 

 

Rusya’nın Türkiye’nin başlattığı harekâta olumlu yaklaşmasında ABD’nin bölgedeki etkisine bağlı olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünün tehlikede olmasının da etkisi var. Çünkü Rusya, İran ve Suriye rejiminin operasyon yapamadığı tek bölge şu anda ABD’nin koruması altında olan PYD’nin kontrolündeki Suriye’nin kuzeyidir. Rus paralı askerleri 1 defa DeyrZor bölgesinden saldırı girişiminde bulunmuşlarsa da ABD hava kuvvetlerince 200 kişilik grup bütünüyle yok edilmiştir. Bu haliyle Suriye’nin kuzeyinde dengeyi değiştirebilecek tek ülke Türkiye olduğu için hem Rusya hem İran hem de Suriye rejiminin bu harekâta destek olması ülkenin bütünlüğünün korunması açısından önemlidir. Rusya, Suriye’nin kuzeyinde PYD üzerinden yaptığı girişimlerin çoğunda başarısız olmuştur. Eylül 2019’da PYD ile Şam yönetimini 3 defa görüştürse de PYD’nin ABD’yi tercih etmesiyle bu bölgede yapabileceği bir hamle kalmamıştı. ABD’nin kontrolündeki Suriye’nin kuzeyinde Türkiye dışında bu stratejiyi bozabilecek başka bir ülke bulunmuyor.

 

 

Rusya’nın bu harekâta olumsuz yaklaşması zaten Astana Sürecinin sona ermesi anlamına gelirdi. Rusya devlet geleneğine yakışır bir tavır sergileyerek hem harekâta destek oldu hem de BM Güvenlik Konseyinin Türkiye aleyhine alacağı kararı engelleyerek dostluğunu ispat etmiş oldu. Barış Pınarı Harekâtının başarıyla tamamlanması sonrası Türkiye ile Şam Yönetimi arasında makul ve adaletli bir Suriye’nin oluşması için görüşmeler yapılması mümkün olabilir. Rusya-Türkiye dayanışmasında yeni süreçte Tel Rifat’ta PKK’nın temizlenmesiyle bölgedeki Rus polis gücünün de bölgeyi Türkiye’ye bırakması düşünülüyor.

 

 

Rusya, Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlama hakkını tanıyor. Rusya’nın Türkiye’nin şu anki durumunu empati yaparak değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Çünkü iki devlet için de terörle mücadele ve sınır güvenliği vazgeçilmez unsurlardır. Fakat Rusya, Türkiye-ABD krizinden yararlanmayı seçer de özellikle İdlib ve Menbiç konusunda yeni taleplerde bulunursa bu karmaşık durumda yeni dengeler oluşabilir. Rusya’nın devreye girmesi ABD’ye geri dönüş için fırsat verecektir. Bu nedenle Rusya, ihtiyaç durumunda özellikle Türkiye ile dayanışmayı devam ettirebilirse Suriye’nin kuzeyinde toprak bütünlüğü çerçevesinde yeni Suriye yönetimiyle birlikte bir çözüm oluşabilir. Türkiye’nin kuzeyde bir güvenli bölge sağlaması İdlib’de yığılan nüfus ve muhalefetin rahatlaması açısından da önemlidir. Bölgede bulunan Kafkasya’dan gelmiş DAEŞ ve diğer terör örgütü mensuplarının etkisiz hale getirilmesinde Türkiye-Rusya’nın birlikle mücadelesi kolaylaşacaktır. Türkiye’nin harakt planını Hasek ve Rakka’ya kadar genişletmesi Rusya açısından tercih edilen bir durumdur. Çünkü Rusya, harekat sonrası haseke ve Rakka’da Türkiye ile birlikte çalışma imkanının olduğunu biliyor. Zaten 13 Ekim 2019’da Türkiye-Rusya askeri heyetleri Hmeymim Hava üüsünde yaptıkları görüşmede Barış Pınarı harekatının gidişatında mutabık kaldılar.

 

 

Türkiye ile Şam yönetimi arasında daha önce yapılmış Adana Mutabakatının Güvenli Bölge kurulmasından sonra güncellenerek yürürlüğe girmesi mümkün olabilir. Hatta Kuzey Irak yönetiminin de içinde olduğu geniş bir blokla Suriye’de siyasi barış sürecine geçiş kolaylaşacaktır.

AB ve Arap Birliği’nin Türkiye’yi kınama girişimleri aslında Suriye’deki suçu kendi üzerlerinden atma politikasının bir sonucudur.

AB ülkeleri Türkiye’yi Barış Planı Harekâtı dolayısıyla kınama girişiminde bulunduysa da Macaristan’ın itirazı üzerine bunu gerçekleştiremediler. Yine BM Güvenlik Kurulu da Rusya ve Çin’in vetosuyla kınama bildirisini yayınlayamadı. Arap Birliğinde ise Katar, Libya ve Somali, Türkiye’ aleyhine alınacak kararı veto ettiler. Bu anlamda Arap Baharının başlamasıyla Orta Doğu ülkelerinin yeniden şekillendirileceği propagandasıyla bölgenin karışmasına neden olan AB ülkeleri, bazı Arap Birliği ülkeleri ve ABD aslında suçlu olduklarını bilmelerine rağmen sanki Türkiye’yi bu sorunun sebebi gibi göstererek sorumluluklarından kurtulmak istemektedirler.

 

 

Suriye’den gelen 4 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye,

Fırat Kalkanı Harekâtıyla 4 bin DAEŞ’liyi etkisiz hale getiren Türkiye,

Milyonlarca mültecinin AB ülkelerine göç etmemesi için tüm kaynaklarını seferber eden Türkiye,

Suriye’nin kuzeyine yerleşen PKK dolayısıyla Güneydoğu şehirlerinde yüzlerce sivilin ölümüne engel olmaya çalışan Türkiye,

Suriye’nin kuzeyinde ABD yardımıyla etkili olan PYD’nin sürgün ettiği 400 bin Kürt mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye kendi güvenliğini sağlamaya çalıştığında hedef olmuştur.

AB, ABD, Arap Birliği ülkeleri empati yaptıklarında gerçekten Türkiye kadar sabırlı davranabilecekler miydi?

Herhangi bir AB ülkesi 4 milyon mülteci ile karşılaştığında ne yapardı?

Sınırlarında terör örgütü her gün saldırı düzenleseydi nasıl davranırlardı?

Kendi sınırlarında bir terör devleti kurulmasına izin verirler miydi?

Türkiye eğer güvenli bölgeyi kurmaz ise 4 milyon mülteciyi kendi topraklarında barındıramayacak duruma gelmiştir. Barış Pınarı Harekâtı yapılmasaydı 4 milyon mültecinin yarısının ilk 6 ay içinde Avrupa ülkelerine göç etmesine izin vermek gerekecekti. Çünkü Türkiye’de yaşayan mülteciler Esed rejimi kontrolü altındaki bölgelere dönmek istemiyorlar. Kendi can güvenlikleri dolayısıyla Esed rejimi altında yaşamak istemedikleri için ya AB ülkelerine gitmelerine izin verilecek veya Suriye’nin kuzeyinde kendilerini rahat hissedebilecekleri Güvenli Bölgede yaşayacaklardı. Türkiye bu harekât ile aslında AB ülkelerini büyük bir krizden de kurtarmış oluyor.

İsrail’in İran’a karşı tampon devlet olarak oluşturmaya çalıştığı Kürt Devleti stratejisi başarısız oldu.

Kuzey Irak veya Kuzey Suriye’de bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını destekleyen tek ülke İsrail’dir. Bu anlamda Kuzey Irak’ta yapılan referanduma verdiği destekle İsrail, Irak’ta da büyük bir siyasi kriz yaşanmasına neden olmuştur. ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki PKK-PYD politikasında İsrail’in güvenlik endişelerini dikkate alması bundan sonraki süreçte sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. ABD hem maddi olarak hem de NATO’daki en büyük müttefikini kaybetme riskiyle karşılaşınca hem İsrail’i hem de PKK’yı bir kenara bırakmayı seçmiştir.

 

 

AB, ABD veya Arap Birliği ülkelerinin Suriye veya Kürt sorunu diye bir sorunları yok. Çünkü eğer gerçekten Suriye’yi veya Kürtleri düşüncelerdi 4 milyon mülteci Türkiye’de, milyonlarcası Ürdün ve Ege Adalarında zor şartlarda yaşamazlardı. AB ülkeleri Kürtlerin AB’ye göç etmesini engellemek için her türlü politikayı yürürlüğe sokmaya çalıştı. Arap ülkeleri zaten mülteci bile kabul etmedi. ABD’nin ise Suriye’nin kuzeyinden aldığı mülteci sayısı ancak 300-500 sayısıyla sınırlıdır. Eğer Kürt sorunu ile bu kadar ilgiliyseniz bu insanları neden kabul etmediniz?

 

 

 

 

 

YENİ HABERLER

YORUMLAR

Henüz hiç yorum yapılmamış.

YENİ HABERLER